Nikos Kazancakis bir hukuk doktoru, bir şair, bir siyasetçi ve bizi kendisine aşık eden uslanmaz bir hümanist. 1883’de Girit’de doğmuş ve 1957’de lösemi hastalığına yakalanarak hayatını kaybetmiş.
Varoluşçuluk akımını benimsemiş. Mezar taşına şunu yazdırmış; “Hiçbir şey ummuyorum, hiçbir şeyden korkmuyorum, özgürüm.”
1946'da, Yunan Yazarlar Topluluğu tarafından Nobel Edebiyat Ödülü için kurula tavsiye edilmiş ve 1957 yılında, bu ödülü 1 oy farkı ile Albert Camus'a kaptırmış. Camus ödülü aldıktan sonra, Kazancakis'in bu ödülü kendisinden yüzlerce kez daha fazla hakettiğini söylemiş.
Homeros, Buddha, Bergson, Nietzche ve Aleksi Zorba gibi isimler Kazancakis’in ruhunda derin izler bırakmış. Fakat hiç şanı şöhreti olmayan, ne şair ne de bir düşünür olan Aleksi Zorba’yı bu dev kadrodan ayrı tutarmış;
“Eğer bugün, dünyada bir ruh kılavuzu, Hintlilerin dediği gibi bir “guru” seçmem gerekseydi; kesinlikle Zorba`yı seçerdim.” demiş.
Kazancakis’in nezdinde Zorba’nın önemini bu cümleden anlamak mümkün sanırım.
Zorba sadece bir roman kahramanı mıdır yoksa etten kemikten gerçekten yaşayan bir insan mıdır sorusu zaman zaman kafaları karıştırmış. Fakat Kazancakis’in Üsküp’de yaşayan kızıyla bir Alman televizyonuna verdiği röportajdan anlaşılıyor ki, Zorba yaşamıştır ve Kazancakis’in hayatında da önemli bir yere sahiptir. Bu konuyu açıklığa kavuşturduysak rahatlayabiliriz artık.
Kazancakis bugün ki şöhretine, 1964 yılında gösterime girmiş "Zorba the Greek" adlı sinema filmiyle kavuşmuş. Bu film, aynı ismi taşıyan kendi kitabından uyarlanmış. 1964 tarihinde yayınlanmış kitabın konusu kısaca anlatmak gerekirse;
Hayattan fazlaca bir beklentisi olmayan mutsuz İngiliz yazar, Yunan asıllı Basil’e Girit'te bir maden ocağı miras kalmıştır. Hayatına yeniden bir çeki düzen verme umudunu taşıyarak adaya gelen Basil burada aşırı davranışları olan, kaba saba ama hayata şehvetle bağlı orta yaşlı bir Yunanlı olan Aleksi Zorba ile tanışır. Kendisini adeta himayesine alan Zorba'nın kendisine kabul ettirmeye çalıştığı hayat tarzının bir parçası da yenilgileri umursamamaktır. Zorba'ya göre yenilgiler hayatın kaçınılmaz parçalarıdır ve ancak yenilginin sürekli olarak tadılması ile hayatın zaferlerinin tadına varılabilir. Zorba sayesinde Yunanlıların dünyevi zevklerini keşfettikçe Basil'in hayata bakış açısı git gide değişmeye başlar.* (Vikipedi)
Bir okuyucu olarak Aleksi Zorba’yı Kazancakis’in gözüyle daha yakından tanımaya çalışalım.
Zorba, Basil’in Yunanistan için savaşa giden arkadaşının boşluğunu doldurmuştur. Patron (Zorba, Basil’e “patron” diye hitap eder) Budizm’le ilgilidir fakat aradığı yanıtları Buda’da bulamamıştır. Yanıtlar Zorba’nın hayat tecrübesinde ortaya çıkınca Patron ve Zorba yakınlaşmıştır.
Zorba ihtiyar bir bilgedir. Onun bilgeliği zamanla Kazancakis’in bilgeliğine dönüşecektir. Yaşamla ilgili pek çok soruya yanıt veren Zorba’yı ve düşüncelerini basit ve ustalıklı bir anlatımla okuyucuya aktaran Kazancakis, çoğu zaman içinde bulunduğumuz durumlara biraz uzaktan bakmayı öğretmiştir.
Zorba hemşerisi Büyük İskender gibi bir kılıç darbesiyle bütün sorunları çözebilmektedir. Patron Zorba’nın “okula gitmediği için beyninin bozulmamış olduğunu” düşünür. Zorba’nın kalbi ilkel cesaretini kaybetmeden genişlemiştir. Zorba, ne iyilik için sevinen, ne kötülük için üzülen bir adamdır. Her an ölümü düşünerek yaşamak neyse, hiç ölümü düşünmeden yaşamak da aynı şeydir. Türkler Atina`yı alsa veya Yunanlılar İstanbul`u alsa onun için hiç önemi yoktur zira vatan ve millet anlayışlarından nefret etmektedir. Lakin bir akşam bir Bulgar köyünü nasıl yaktığını, onu saklayan Bulgar hanımının da alevler içinde ne feci şekilde can verdiğini anlatır. Bulgar çetecilere karşı, Girit ayaklanmasında da Türklere karşı savaşmış olmasına karşın gençlik heyecanı ile savaştığını ve bundan pişman olduğunu söyler. Ölümle defalarca burun buruna gelmesi nedeniyle yaşama sıkıca bağlanmıştır.
Zorba cesurdur. Patronu ve işçileri çöken madenden tereddüt etmeden kurtarmayı başarmıştır. Zorba çalışkan ve azimlidir. Öyle ki, çalışacağı zaman sadece çalışır, hayatla işi birbirinden ayırır, işçileri sonuna kadar ama mertçe sömürür ve işine patronu dahi karıştırmamaktadır.
Zorba bir çapkındır. Zorba’nın hayatta en değer verdiği canlı kadındır. Kadınlar onun için kutsaldır. "Yatağında yalnız yatan her kadından bir erkek sorumludur" ya da "bir kadın bir erkeği yatağına davet ettiğinde, o erkek reddederse bu teklifi, yaşamı boyunca hatta yaşamından sonra da lanetlenir" der. Kadınların hiç kapanmayan bir yarası olduğunu düşünür. Sevdiği her kadını ilk aşkı gibi severken, ettiği her lafın sonunda ya da başında “şeytan götürsün kadını” der. Kadınsız bir hayatı düşünemez Zorba ama kadının yaradılışına da isyan eder.
“Bu karasızlık geçidini, şarlatanlık tapınağını, bu günah testisini, bu hile otlarının dikilmiş bulunduğu tarlayı, bu cehennemin giriş yerini, bu kurnazlık taşan sepeti, bu bala benzeyen zehri, ölümlüleri dünyaya bağlayan zinciri: kadını kim yarattı?”
Zorba bir dinsizdir. Aslında onun tanrısı papazın, manastırın olduğu yerlere uğramamaktadır. Onun tanrısı, “İnsanın kalbine sığacak kadar küçük ama evrenden daha büyük bir tanrıdır.” Bu bilinci ona kazandıran ihtiyar bir Türk’ü ve hayatına yön veren bir olayı şöyle anlatır; "Komşumuz Hüseyin Ağa çok yoksuldu, hanımı, çocukları da yoktu. Akşam eve geldi mi, avluda diğer ihtiyarlarla oturur, çorap örerdi. Ermiş bir adamdı Hüseyin Ağa. Bir gün beni dizlerine aldı; hayır duası eder gibi elini başıma koydu; `Aleksi` dedi, `Bak sana bir şey söyleyeceğim, küçük olduğun için anlamayacaksın, büyüyünce anlarsın. Dinle oğlum, Tanrı`yı yedi kat gökler ve yedi kat yerler almaz; ama insanın kalbi alır, onun için aklını başına topla Aleksi, hiçbir zaman insan yüreğini yaralama.` Bunları dinleyen Kazancakis şöyle hayıflanır: `Ah ben de soyut düşünce doruk noktasına ulaştığı, masal olduğu zaman ağzımı açmayı becerebilseydim. Ama bunu yalnız büyük bir ozan ya da bir halk, yüzyıllarca süren sessiz bir işleyişten sonra başarabilir."
Yani özetle denilebilir ki, Aleksi Zorba biraz da Hüseyin Ağa`nın eseridir.
Zorba bir yaşam kılavuzudur. Özgür dimağların simgesidir. İnsani arayışın serüvenidir. Zorba Kazancakis’e ve tüm okurlara korkmamayı, hayatı sevmeyi ve ayakta durabilmeyi öğretmiştir.
Bir yazar olan Basil Zorba'ya bir soru sorar ve verdiği yanıtla Zorba, biz hikaye yazmaya sevdalanmışların kalbini birazcık kırar.
"Sen neden yazıp da, bize dünyanın bütün sırlarını anlatmıyorsun Zorba?""Neden mi? Çünkü ben, senin dediğin o bütün sırları yaşıyordum, yazmaya vaktim yok da ondan. Bazen dünya, bazen kadın, bazen şarap bazen santur... Onun için, şu saçmalar yumurtlayan kalemi ele alacak zamanım yok. Böylece de dünya, kağıt farelerinin ellerine kaldı; sırları yaşayanların vakti yok; vakti olanlar ise sırları yaşayamıyorlar.” Zorba’nın cesaretsiz dediği bu kalemşörler olmasaydı, acaba biz bugün Zorba’yı ve onun gibi daha nice kahramanları nereden bilecektik! Bir gün de Zorba Patron’a kazık bir soru sorar; “Sen bir bavul dolusu sayfa okumuş olmalısın, belki bilirsin…Dünyaya özgürlüğün gelmesi için bu kadar çok cinayet ve alçaklık gerekli mi?” Patron bu soruya yanıt vermekte zorlanır fakat aklından geçenlere engel olamaz. “Tanrı dediğiniz şey yoktur, ya da Tanrı cinayetlerle alçaklıkları seviyor da ondan , ya da bizim cinayet ve alçaklık dediklerimiz, savaş ve dünya özgürlüğü için gereklidir… fakat aklından geçirdiklerini Zorba’ya söyleyemez ve başka bir açıklama yolu bularak şunları söyler; Gübre ve pislikten bir çiçek nasıl filizlenip beslenir? Varsay ki Zorba, insan gübre, özgürlük de çiçektir… Zorba yumruğunu masaya vurup , “iyi ama” der, “ya tohum?” Bir çiçeğin bitmesi için tohum gerekli. Bizim pis içimize, böyle bir tohumu kim koydu? Bu tohum niçin iyilik ve namusla beslenip çiçek açmasın? Ve kanla pislik istesin?” Belki Kazancakis ve Zorba bu cevapsız sorulara hayatları boyunca bir yanıt aradılar. Kendini kaybeden günümüz insanına verilecek cevapları olan bir kitap Zorba. Hümanizmin engin sularında yüzmek isterseniz mutlaka okumanızı tavsiye ederim.
Commentaires